13 Haziran 2008 Cuma

Türkiye ve sol


Esasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu bile dünya görüşü bağlamında solun bir zaferiydi. Emperyalist devletlere karşı alınmış bir gururlu zafer ve bu zaferden doğan yeni bir cumhuriyet. Üstelik bu devlet sol bir parti tarafından ve hatta sadece sol bir parti tarafından yıllarca yönetildi. Çok partili dönemin başlaması ile beraber, düzeni kurmuş olan sol görüş düzene karşı olma misyonunu ilginç bir şekilde sağ partilere kaptırdı. Daha sonraki yıllardan bu zamana gelen süreçte Karaoğlan Ecevit'in asi çıkışı ve halkçılığından doğan karizması dışında solun daha sonra kendi kurmuş olduğu bu cumhuriyet düzeninde iktidar olamaması ancak trajikomik olarak nitelenebilir.

Kendi kurduğu düzeni, zaman zaman değişen yılların değişen şartlarına bakmaksızın muhafazayı amaçlayan sol görüş bu süreçte ne liderlerini ne görüşlerini ne siyasi duruşlarını değiştirmeye ihtiyaç duymadılar. Değişenleri her zaman bir tehdit olarak algılamayı adet haline getiren bu görüş, değişimin değil olanı muhafazanın simgesi oldu ki buna Dünya standardında sol demek gülünç olur.

Geçtiğimiz yıllarda Avrupa Birliğini savunan ve bu uğurda gümrük birliği için en önemli adımları atan sol bugün bir muhafazakar grubun kendini Avrupa Birliği taraftarı görmesi yüzünden Avrupa'ya bir düşman muamelesi yapmaktadır. Yasakların en büyük düşmanı olması gereken sol bugün yasakların en büyük savunucusu konumunda. Almakta olduğu hüzünbaz seçim sonuçları bile bu sol görüşü ve etkisini azaltmadı.

Oysa ki 2000'li yıllarda Avrupa ve Latin Amerika'da sol için adeta yeniden parlama dönemiydi. Başta İngiltere'de yıllar sonra Tony Blair'in almış olduğu seçim zaferi olmak üzere, pek çok ülke halkı aslında giderek küreselleşen ve kontrolden çıkan bir düzene "Ağır ol!" dedi.

İnsan hakları, demokratik haklar, azınlık hakları, küresel adalet, çevre sorunları, çalışan hakları gibi pek çok konu sol görüş tarafından yeniden irdelenerek adeta günümüze uyarlandı. Özelleştirme karşıtı olan solun yerini devletin hantallığını kavramış ve özelleştirmenin hangi şartlarda yapılması gerektiğini açıklayan bir sol aldı.

Yabancı sermaye gibi sol görüşün tüylerini diken diken yapacak bir kelime, bugün kendini komunist ilan etmiş olan Çin için altın yumurtlayan tavuk. Şartlarını açıkça koyan ve bir elinde ekmeği bir elinde sopayı gösteren Çin an itibariyle Yabancı Yatırımın adeta aktığı bir ülke. Peki Bunun sonucunda ne oldu? Neyin nasıl yapılacağını yabancı sermayeden öğrenen bu ülke bugün IBM'i satın alan bir firmaya sahip. Kendi arabasını kendi silahını kendi bilgisayarını kendi teknolojisini üreten bir ülke. Üstelik küresel gerçekleri de göz önüne alarak her ürünü rakiplerinden ucuza satmayı başarıyor ve kapitalist dediklerini kendi silahıyla vuruyor.

Yabancı kıyaslarına bakılırsa Türkiye'de solun bir yenilik içerisine girmesi gerektiği aşikar. Yıllar öncesini özlemle anmaktan ötesine gidemeyen bir solun kendine destekçi bulması beklenebilir mi? Kendisini halkın anlamadığı gibi abuk bir sebebin arkasına sığınmış olan bu garip yaklaşım daha ne kadar varlığını sürdürebilir? Atatürk'ün 80 yıl öncesine değil 80 yıl sonrasına bakarak bu ülkeyi yönettiğini unutanlar, Atatürk'ü savunduklarını düşünseler de bugün Atatürk'e saldırılmasının en önemli faktörlerinden biriler.

Türkiye'nin Kıbrıs, Avrupa Birliği, Güneydoğu sorunu, Ermenistanla ilişkiler, Türban, Eğitim gibi sorunlarına belirgin, tutarlı bir yaklaşım sergilemekten uzak hiçbir sol veya sağ partinin iktidar olması muhtemel değildir. Solun kendi içerisindeki anlaşmazlığı bir an evvel çözerek, Türkiye'de çözümün bir parçası olduğunu göstermesi gerekir. Aksi taktirde bu ülke tek kanadından yoksun bir kuş misali dibe vurmakta ve tüm bunu her alanda acı bir şekilde hissetmekte.

Hiç yorum yok: